Yaşımız kaç olursa olsun, babamızın karşısında hep çocuk kalıyoruz. Bayram sabahları bunun en güzel örneğiydi benim için. Koca adam olmuşum, iş güç sahibi… Ama bayram sabahı olunca yine erkenden kalkar, traş olur, en temiz kıyafetimi giyer, babamın elini öpmeye koşardım.
Her defasında gülümseyerek uzatırdı elini. Sonra cebinden çıkardığı harçlıkla göz kırpar, “Hakkın baki, bu da bayram hediyesi” derdi. Bu sadece bana özgü bir anı değil, birçoğumuzun çocukluğunda ve hatta yetişkinliğinde yer etmiş bir bayram geleneğiydi: Bayram sabahı ilk öpülen el olan babalardan harçlık almak.
Şimdi üçüncü bayram bu… 6 Şubat’tan sonra zaman bir başka akıyor. Bayramlar bir başka eksik. Bayram sabahları bir el eksik sofrada, bir ses eksik evde, bir gölge yok artık kapıda. Ne zaman ellerimi öpmek için uzatsam boşluğa çarpıyor. Ne zaman bayram harçlığı alacakmış gibi içim kıpırdasa, yutkunuyorum.
Babam… O güçlü adam, o sarsılmaz dağ gibi duran adam… Şimdi toprağın altında ama dualarımda, kalbimde, her anımda. Bayram sabahlarının sessizliğinde en çok onun yokluğu çınlıyor kulaklarımda. Elini öpemediğim her bayram, bir önceki bayramdan daha fazla acıtıyor canımı.
Mekânın cennet olsun baba…(Tabi ebediyete intikal etmiş tüm babaları da rahmet ile anıyorum.Hepsinin mekanı cennet olsun.) Seni çok özlüyorum. Ve bil ki ben her bayram yine elini öper gibi içimden dua edeceğim. O harçlığı değil belki, ama o sevgiyi, o sıcaklığı, o baba yüreğini hep taşıyacağım yanımda.
Bayramın da eksik, dünya da…