Toplumun hafızasında, kuşaktan kuşağa aktarılan bir söz vardır: “Gözden ırak olan, gönülden ırak olur.” Ne çok dillere pelesenk edilmiştir; şairler mısralarına taşımış, bestekârlar nağmelerine katmış, nice hikâyeler onun gölgesinde anlatılmıştır. Ancak yine de sorulması gereken bir soru vardır: Gerçekten öyle midir?
Hayır, değildir! Çünkü insanı insana yakın kılan şey, sadece aynı şehirde yaşamak, aynı sofrada ekmek bölüşmek değildir.
Esas mesele, gönül bağının gücüdür. Bazı dostluklar vardır ki, yıllar boyu görüşmeseniz bile bir bakış, bir selam, bir sarılışla zaman yok olur; sohbet, sanki hiç ara verilmemiş gibi yeniden akmaya başlar. İşte bu bağ, mesafelerin ötesinde kurulmuş bağdır.
Bizler bunu çok iyi biliyoruz. Çünkü bu şehir, 6 Şubat sabahında ağır bir imtihandan geçti. Depremin yıktığı yalnızca evlerimiz değil, hayatlarımız, düzenlerimiz ve yollarımız da oldu. Dostlarımız, kardeşlerimiz zorunlu olarak başka diyarlara göç etmek zorunda kaldı. Aylarca, yıllarca ayrı düştük. Ama tam 30 ay sonra buluştuğumuzda yaşadığımız şey, işte o sözün eksik kalan yanını gösterdi bize. Sarıldığımızda yıkıntıların, kilometrelerin, geçen onca günün hükmü kalmadı. Sohbet, acının donup kaldığı noktadan birden çözülüverdi. Sanki hiç ayrılmamışız, sanki zaman hiç akmamış gibi…
Demek ki işin sırrı mesafede değil, kalbin derinliklerindedir. Gözden ırak olmak, evet, kimi ilişkileri unutturur, kimi bağları köreltir. Ama gönülden kurulan bağlar vardır ki, dünyanın öbür ucuna da gitseniz dimdik ayakta kalır.
Kimi insanlar vardır, yanınızda olmasa da kalbinizin tam ortasındadır. Kimi insanlar da yanı başınızda oturur ama çoktan gönlünüzden düşmüştür.
O yüzden biliniz ki asıl kıymetli olan, mesafeler değil, gönüllerdir. En ağır yıkımlar bile unutulabilir, ama güçlü gönül bağları asla kopmaz. İşte bu yüzden gönülden gönüle kurulan köprü, dünyanın en sağlam köprüsüdür.
Ve bu köprüyü ayakta tutmak, belki de insanın hayatta edineceği en değerli emektir.